İslam’da beş temel değeri korumak için gerekli önlemler alınmıştır. Bunlar: Mal, can, ırz, akıl ve din’dir. Bunlardan malın korunması için hırsızlık cezası,[1] birini kasten öldürmelerde mağdur ailenin isteğine bağlı olarak kısas veya diyet tazminatı ödenmesi,[2] kasıt olmaksızın yanlışlıkla ölüme sebebiyet vermelerde ise diyet tazminatına yer verilmesi,[3] önemli koruyucu hükümlerdendir.
Bunlardan özellikle kısas ve diyet yanında erş denen, yaralamanın çeşidine ve önemine göre bir tazminat takdir edilmesi, günümüz trafik kazalarına kadar, mal ve canla ilgili sigortaları kapsamaktadır.
Diyet ve erş tazminatlarının ödenmesi önceleri birinci derecede suçu işleyen aileye yüklenirken, onların bunu ödeyememesi gibi sakıncalar dikkate alınarak, alan genişletilmiş, Hz. Ömer döneminde çeşitli aile ve meslek grupları divan adı altında birleştirilerek, ortak ödeme fonları oluşturulmuştur.
Buna göre, İslâm’da ilk yardımlaşma ve kefilleşme yoluyla, bir sigorta fonunun, Hz. Ömer tarafından Divan adıyla kurulduğu söylenebilir. Bunun da temeli yine kamu desteğine dayanır. Şöyle ki, Hz. Ebu Bekir döneminden itibaren, yıllık Beytülmal bütçe hesaplamaları yapılırken, son yıllarda bütçe fazlası artınca, bunun yeni yıla aktarılması yerine, vatandaştan alınan gelirlere dayandığı için, bu fazlalığın atıyye adı altında, halka geri dağıtılması yoluna gidilmiş, Hz. Ebu Bekir, kişi başı eşit dağıtım yaparken, Hz. Ömer, büyük esnaf ve tüccardan çok gelir sağlandığı için, meslek ve gelir gruplarına göre atıyye listeleri hazırlatmış, ancak bunun hepsini dağıtmak yerine bir bölümünü, Divan adı altında oluşturulan, bir çeşit sigorta fonuna aktarılmasına karar vermiştir. Bu divana üye olanların, başkasının mal veya canına verdiği zararların bu fondan ödendiği bilinmektedir.
Sigorta, mala veya cana karşı beklenmedik bir anda meydana gelen, tek kişinin altından kalkamayacağı ağır yükü, mümkün olduğu kadar fazla sayıda kişilere yaymak ve böylece büyük zararları, kimseye ağır gelmeyecek bir yolla karşılamak esasına dayandığına göre, Hz. Ömer’in Divan fonu uygulamasıyla örtüşür.
Günümüzde kaza, yangın, sağlık, işsizlik, emeklilik gibi bütün riziko alanlarında, özel sektörce, anonim ortaklık statüsünde faaliyet gösteren ticarî amaçlı sigortalar bulunmaktadır. Bunlar belli risk alanları tespit ederek, sigortacılıkta kullanılan “ihtimaller hesabı”, “büyük sayılar kuramı” gibi tekniklerden yararlanarak ve sigortacılık sektöründeki rekabeti de dikkate alarak prim miktarlarını belirlerler.
Kaza, yangın, deprem vb. bir risk için böyle bir kuruluşa kendisini veya malını sigorta ettiren kişi, dönem sonuna kadar bir zararla karşılaşmazsa, yatırdığı primin tamamı sigorta şirketinin aktifinde yer almakta, hasarlar yüzünden sigortanın üstlendiği üst sınıra kadar ödemelerden yararlanırsa, bu kez de sigorta şirketi, üyesini desteklemiş olmaktadır. Kısaca sigorta şirketi ile üyeleri arasındaki ilişki, dönem sonundaki ödeme sonucuna göre karşılıklı yardımlaşma ve helâlleşme yoluyla tasfiye edilmektedir. Buna göre, burada problem prim yatırmak veya yatırılan primin 25-30 veya 50 katı kadar yararlanma değil, sigorta şirketinin, toplanan primleri işletme biçimidir.
Kısaca sigorta şirketi toplanan primleri meşru alanlarda kullanır, yatırımlar yapar ve elde edeceği gelirlerle hasarları karşılar ve artanı da kendisine kâr olarak alırsa sistemin sakıncasından söz edilemez. Böyle bir kuruluş, havuza prim yatıran araç ve mülk sahipleri için bir “yardımlaşma ve birbirine kefil olma” (teâvün ve tekâfül) niteliğinde bir kuruluş olur.
Bazı İslâm ülkelerinde olduğu gibi, ülkemizde de, son dönemde tekâfül sigortacılığı katılım sigortası adıyla faaliyet göstermektedir. Sigorta şirketinin kendi öz sermayesini ve tekâfül fonunu meşru alanlarda işletmesi için kamu tarafından gerekli tedbirler alınmaktadır.
Resmi Gazete’de 19 Aralık 2020’de yayınlanıp, 6 ay sonra yürürlüğe giren, “Katılım Esasları Çerçevesinde Sigortacılık ve Bireysel Emeklilik Faaliyetlerine İlişkin Yönetmelik” in 2. Maddesinde kapsam alanı şöyle belirtilmiştir:
“Bu yönetmelik, Türkiye’de katılım esasları çerçevesinde faaliyet gösteren sigorta, reasürans ve emeklilik şirketlerini, sigorta kooperatiflerini ve özel kanunları uyarınca sigorta sözleşmesi yapan kuruluşları; katılım esaslı faaliyetleri ile sınırlı olmak üzere birlik, birim, büro, merkez, komite, hesap ve havuzlar, aracılar, eksperler ve aktüerleri kapsar.”
Katılım sigortacılığının bütün yatırım, fon işlemleri ve katılım esaslarına uygun faaliyetlerinin İslâmî esaslara uygunluğunu sağlamak ve denetlemek için, 5/1 nci maddeye göre şirket bünyesinde bir “İslâmî Danışma Komitesi” oluşturulması zorunlu kılınmıştır.
Sosyal Güvenlik Kurumu ve Sigorta İlişkisi
Özel sigortalar yanında bir de kamunun desteğinde kurulmuş “sosyal güvenlik kurumu” vardır. Bunların kâr amacı gütmemeleri ve bütün birikimlerini üyelerinin sağlık, malullük, işsizlik, emeklilik ve ölüm yardımı gibi alanlarda kullandırmaları yüzünden, bunların doğrudan “sosyal yardımlaşma kurumu” olarak nitelendirilmesi daha uygun olur. Nitekim son yıllarda Emekli Sandığı, S. S. Kurumu ve Bağkur’u “Sosyal Güvenlik Kurumu” adıyla tek çatı altında toplanması da bunların ortak amaca hizmet ettiklerini gösterir.
İşçi, memur ve esnaf üyeler içinde, bu kurumlardan kendi hakkı olanın üstünde yararlananlara, diğerleri yardım etmiş sayılır. Bütün yararlanmaya rağmen, vefatından sonra bu kurumlarda hakkı kalanlar da bunu geride kalan sigortalılara bağışlamış olur. Sistemin karşılıklı helalleşme yoluyla yürütülen bir dayanışma kurumu olduğu açıktır. Havuzun emeklilere yapılan ödemeleri karşılayamaması durumunda, kamu desteği devreye girer ve emeklinin hakları korunmuş olur.
Kur’an’da şöyle buyrulur: “İyilik ve takvada yardımlaşın, günah ve düşmanlık konularında yardımlaşmayın.”[4] Hadis: “Birbirinize karşılıklı olarak bağışta bulununuz, birbirinizi seversiniz.”[5]
Malezya’da Sigorta Uygulaması:
Malezya’da, İslâm’ın “karşılıklı yardımlaşma” ve “emek- sermaye ortaklığı (mudarabe)” yöntemine dayalı, özel sektörce işletilen bir sigorta (tekafül) sistemi geliştirilmiştir. Birbirine karşılıklı kefil olma anlamına gelen “tekafül” sistemi, ikiye ayrılır. Aile tekafül işletmesi (sosyal sigorta) ve genel tekafül işletmesi (İslâmî genel sigorta- kaza, afet vb. risklere karşı yapılan sigorta).
Devletin denetiminde şirket olarak organize olan bu sigorta kurumlarına, prim ödeyenler aynı zamanda Mudarabe’nin, sermaye sahibi tarafını oluşturur. Şirket yönetimi de “işletmeci (mudarib)” durumundadır. Emek- sermaye ortaklıklarında, sermayeyi işleten ve mudarib denen işletmeci, dönem sonu kârından genel olarak %20-30 arası kârı alırken, bu oran genel mal sigortalarında %50 olarak uygulanmaktadır. Kaza, yangın, afet vb. risklerin yüksek olması yüzünden burada işletmecinin alacağı kâr oranı artırılmıştır.
Bu sistemde yıl boyunca, trafik kazaları için hasar bedelleri, kârın dörtte birinden mahsup edilmek üzere ödenir. Bu dörtte bir yeterli olmazsa, diğer dörtte bire mahsup yansıtılır. Ancak Malezya uygulamasında on yıllık tecrübeye göre, hasar ödemelerine, Mudarebe işletmesi kârının dörtte birinin yeterli olduğu görülmüştür. Hasarların çok olduğu dönemde, kârın %50 si de yeterli olmazsa, işletmeciye ait olan öbür %50 kârdan, bu da yeterli olmazsa, anaparadan hasar bedellerinin ödenmesi gerekecektir.
Diğer yandan, başlangıçta ödenen primlerin bir bölümünün, devlet tarafından merkezî bir fona reasüre edilmesiyle de, tepe noktada bu genel kefalete, retekafül olarak, devlet kefaleti de eklenmiştir. Başka bir deyimle, bütün sigortaları, devlet kendi sigorta şemsiyesi altına alarak ikili sigorta (reasürans- sigortanın sigortası) problemini kendi ülke sınırları içinde çözmüştür.[6]
Günümüzde, Türkiye’nin ikili reasürans için, fabrika, işyeri ve gayrimenkuller için %70, trafik sigortası için %15 gibi oranlarda, dış ülkelere Reasürans yaparak prim transfer ettiği düşünülürse, Malezya’nın bu konuda bizden ileride olduğu anlaşılır.
Katılım Sigorta ve Katılım Reasürans Uygulaması
Yurt dışına sermaye çıkışına engel olmak için, ülkemizde 2021 yılı itibariyle “Türkiye Reasürans A.Ş” ve “Türk Katılım Reasürans Anonim Şirketi” faaliyetini sürdürmektedir. Türkiye Katılım Reasürans A.Ş, katılım sigorta şirketlerinden reasüre edilen pirim havuzunu, faizsiz finans alanlarında kullanmaktadır.
Bu şirketler faaliyetlerini 5694 Sayılı Sigortacılık Kanunu ve Katılım Esasları Çerçevesinde Sigorta ve Bireysel Emeklilik Faaliyetlerine İlişkin Yönetmelik ile Sigorta ve Reasürans ile Emeklilik Şirketlerinin İç Sistemlerine İlişkin Yönetmelik ve genelgelere uygun olarak sürdürmektedir.
Kısaca sigorta şirketi toplanan primleri meşru alanlarda kullanır, yatırımlar yapar ve elde edeceği gelirlerle hasarları karşılar ve artan bakıyye’yi de kendisine kâr olarak alırsa sistemin sakıncasından söz edilemez. Böyle bir kuruluş, havuza prim yatıran araç ve mülk sahipleri için bir “yardımlaşma ve birbirine kefil olma” (teavün ve tekafül) niteliğinde bir kuruluş olur.
Günümüzde “katılım sigortacılığı” adıyla kurulan, trafik sigortası, kasko ve reasürans başta olmak üzere, malın sigortası gereken durumlarda, ticarî faaliyetleri meşru olan ve faizli muamelelere girmediği bilinen sigorta şirketleri tercih edilmelidir.
Sonuç olarak İslam’ın yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız bu gibi alanlarla ilgili temel bilgilerden günümüz İslâm toplumunun haberdar edilmesi gerekir. Böylece Hz. Ömer’in bütün valilere gönderdiği; “Esnaf, tüccar ve meslek sahipleri, kendi alanları ile ilgili helal ve haramı, fıkhi hükümleri öğrenmeden bizim çarşı ve pazarlarımızda alış veriş yapmasın.” genelgesi güncele taşınmış olur.[7]
-------------------------------------
Prof. Dr. Hamdi Döndüren.
“İslam'da Sigorta Ve Sosyal Güvenlik ”
Prof. Dr. Hamdi DöndürenÖnceki Haber
Anadolu Sigorta 100. Yılında Yeni Yüzyıl Stratejisini Açıkladı
Sonraki Haber
Bir Öğretmenin Talihsiz Olayı Üzerinden Düşünceler